Şaşmam Deme, Şaşarsın. Düşmem Deme, Düşersin!
Deniz kenarında küçük bir kasabada zengini fakiri her
sınıftan insan birlikte yaşıyordu. Bir gün kasabaya oldukça fakir bir aile taşındı.
Ailenin hali içler acısıydı, öyle ki yiyecek ekmeği bile zor buluyorlardı. Üç
çocuklu olan bu ailenin durumuna dayanamayan kasabalı ellerinden geldiğince
aileye yardım etmeye çalışıyordu. Bazıları çocukların ihtiyaçlarını karşılarken
bazıları da evin kışlık ihtiyaçlarını karşılıyordu. Kasabada yaşayan ve maddi
durumu çoğu aileden daha iyi olan Nilgün Hanıma göre bu gibi ailelere iyilik
yapmak pek de doğru değildi. Çünkü onlar da çalışmalı kendi parasını
kazanmalıydı, onları fazla şımartmamak gerekiyordu. Nilgün Hanımın bu
düşüncesine katılmayan diğer komşular onu mütevazı olması konusunda uyarsa da o
bu uyarıları pek de dikkate almıyordu.
Bir gün köyden gelen bu fakir ailenin küçük çocuğu,
kucağında sokakta bulduğu yaralı bir kediyle Nilgün hanımın kapısını çaldı.
-Teyze ben bu kediyi sokakta buldum karnı çok aç bizim
evde yiyecek bir şey olmadığı için sizden biraz süt istiyorum. Belki kedinin
karnını doyurmam için bana yardım edersiniz.
Diyince Nilgün Hanım bu duruma çok sinirlenerek:
-Çekil şuradan be çocuk sen önce kendi aç karnını doyur
da sonra kedin için dilencilik yap!
Diyerek çocuğun kendisine uzattığı tası elinin tersiyle
fırlatınca çocuk ağlayarak oradan ayrıldı. Sesleri duyup dışarı çıkan komşular
neler olduğunu merak edince Nilgün Hanım açtı ağzını yumdu gözünü:
-Size kaç kere dedim ki şu sefil çocuklara yüz vermeyin
başımıza çıktılar. Nasıl cesaret aldıysa kapımızı çalıyor. Kendi karnı doymuş
gibi bir de sokaktan kedi köpeği kapımıza getiriyor. Kasabamızdan defolup gitseler
de bu sefillerden kurtulsak. Bizim gibi insanların onlarla ne işi olur? Onlar kim,
biz kim?
Diye söylene söylene evine girdi.
Aradan aylar geçti soğuk bir kış ayında kasabalı gecenin
bir yarısı kulakları sağır eden bir sesle yataklarından fırladılar. Herkes
kıyamet kopuyor zannetse de aslında çok şiddetli bir deprem oluyordu. Bu
depremle kasaba tabiri caizse yerle bir olmuştu. Sabah olunca enkaz altından
canını kurtaran insanlar, yıkılan evlerinin ve kaybettikleri her şeyin farkına
varmaya başladılar. Evlerin çoğu yıkılmıştı. Taş taş üstünde kalmamıştı sadece
birkaç müstakil ev ayakta duruyordu. Bu evlerden birisi de kasabaya yeni
taşınan fakir ailenin eviydi. Enkazdan çıkarılan Nilgün Hanım ve ailesiyle
birlikte çoğu kişi ısınmaları için bu evlerde misafir edildi. Nilgün Hanım
depremde evlerini, malını mülkünü kısacası her şeyini kaybetmişti. Bundan sonra
çocukları ve kocasıyla birlikte evsiz barksız sokaklarda kalmaya mahkûmdu.
Kasabaya yardım için
gelenler depremzedeler için yiyecek ve içecek yardımı getirmişlerdi. Herkes
sıraya girmiş tabağına koyulacak yemeği bekliyordu. Nilgün Hanım da herkes gibi
yemek almak için aynı sıraya girmişti.
Aslında yemek dağıtılan çadırın önünde sıraya girmek çok
zoruna gidiyordu ama çocukları çok açtı ve başka çaresi yoktu. Bir zamanlar
küçük gördüğü o fakir aile ile birlikte aynı sırada yemek almak için
bekliyordu.
Yemek alma sırasında yanında duran küçük çocuk ona
dönerek:
- Nilgün teyze bu akşam çocuklarınızla birlikte bizim eve
gelin, bizde kalın, bizim sobamız var üşümezsiniz.
Diyince Nilgün Hanım ne diyeceğini bilemeden öylece
kalakaldı. Aç karnını doyur diye kapısından kovduğu küçük çocuğun elindeki
yemek dolu tabağı kendisine doğru uzattığını görünce gözyaşlarını tutamadı ve
içinden şu sözleri geçirdi:
- Şaşmam deme şaşarsın… Düşmem deme düşersin…
Meğerse insanın ne olacağı, ne göreceği hiç belli olmazmış. İnsan gün gelir
kapısından kovduğu, hor gördüğü kişiye muhtaç olurmuş.
Bu hikaye Cennet Bahçemiz sitesinden alınmıştır.
YORUM EKLE